İslamı ve Allahı Tanımak Ona İman Etmek İçin . . .
  Kadın ve Siyaset
 

Kadın ve Siyaset

İnsanın sosyal bir varlık olduğu bilinen bir gerçektir, kendi başına yapayalnız yaşamak insan fıtratına uygun düşmez, insan ihtiyaçlarını bir aile ve toplum içersinde tatmin edebilir. Bu sebeple insanın biri ferdî, diğeri sosyal olmak üzere, iki türlü ihtiyacı vardır. Fertler ve aileler kendilerini ilgilendiren meselelerde neyi nasıl yapacakları konusunda kendileri karar verip öylece yaparlar. Ancak aileler arası, köyler, şehirler ve bölgeler arası meselelerde ortak işlerin nasıl yürütüleceği hususunda söz sahibi kim olacak ve tüm toplumu ilgilendiren sorunları kim çözümleyecek? İşte yol, su, elektrik ve bu gibi genel ihtiyaçları; memleketin savunması, hastalan ve fakirleri ile ilgili konuları yürüten bir kamu kurumuna ve görevlisine ihtiyaç vardır. Toplum adına toplumun işini yürütecek şahıslar ya tayinle veya seçimle iş başına gelirler. Peygamberler, Allah tarafından tayinle gönderilmiş görevlilerdir. Halk, peygamber'in emir ve yasaklarını dinleyip ona itaat eder.

Kuran’da Allah'ın, Hz. İbrahim’e "Ben, seni insanlara imam yapacağım" dediği bildirilir.42 Büyük Hanefi alimi Cessas, bunu şöyle açıklıyor: imam, peygamberlik yoluyla din işlerinde kendisine uyulan kişidir. Böylece diğer peygamberler de imamdırlar. Çünkü Allah, insanların onlara tabi olmasını ve din işlerinde onlara uymalarını gerekli kılmıştır. Bu sebeple halifeler de imamdırlar. Çünkü onlar, insanların tabi olması lazım gelen, sözlerini dinleyip verdikleri hükümleri kabul etmeleri gereken bir mevkide bulunmaktadırlar. Bu manada hakimler, alimler de yine imam sayılırlar. Hatta namaz kıldıran şahsa da insanlar namazda kendisine uyduğu için imam adı verilmiştir, imam kelimesi bütün bu anlattıklarımızı içerisine aldığına göre, Peygamberler imamlık mertebesinin en yükseğinde bulunurlar. Bundan sonra Râşid halifeler gelir. Daha sonra alimler ve adil hakimler gelir.43 Elmalılı da "Binaenaleyh imamet-i kübrâ, umuru din-ü dünyada insanlara riyaset, bunun kemali de mertebe-i risalettir" (Devlet başkanlığı, din ve dünya işlerinde insanlara başkanlık ve öncülük yapmaktır. Bu görevin en yüksek derecesi ise peygamberlikmertebesidir), der.44

Kadının siyasî hayattaki rolünü tespit ve bu hususta İslam'ın kadına ne getirdiğini ortaya koyabilmek için bu ön bilgilere ihtiyaç vardır. Çünkü İslam'da Allah'ın emirlerini uygulama, iyi olanı emredip kötü olanı yasaklama bakımından peygamber ile halife (devlet başkanı) arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de insanları doğru yola sevk eder, hak ve hukuku gözetirler. Bugünkü ifade ile kamu görevi yaparlar.

Bilindiği gibi kadınların peygamber olup olmayacakları konusunda Matüridilerle Eşariler arasında ihtilaf vardır. Eşariler kadından peygamber olabilir derken, matüridiler olmaz demişlerdir. Her iki tarafın da kendilerine göre delilleri vardır.45 Burada o konuya girmeye ve uzun uzun onların görüşlerini açıklamaya gerek yoktur. Ancak burada bize lazım olan husus şudur: Eşarilere göre kadın peygamber olabiliyorsa, devlet başkanı daha kolay olur. Eşarilerin bu anlayışına göre kadın, siyasetin hermertebesinde görev alabilir. Peygamber olabildiğine göre, devlet başkanı, vali, hakim de olabilir. Hanefilere göre kadın, hudud (ceza) ve kısas dışındaki bütün konularda hakim olabilir.46

Toplumun işlerini yürütmek üzere Allah tarafından tayin edilen peygamberlerin dışında seçimle iş başına gelen görevliler vardır. Peygamber ile yönetim, tayin ile seçim konularını daha iyi anlamada bize yardım edecek bir hadis bulunmaktadır: Hz. Muhammed buyuruyor ki, "İsrail Oğullarını peygamberler idare ederdi. Bir peygamber ölünce onun yerine başka bir peygamber gelirdi. Artık benden sonra peygamber gelmeyecektir. Ancak halifeler (vekiller), var olacaktır. (Ümmeti bu devlet başkanları idare eder)...."47

Bu hadise dayanarak Kâmil Miras, toplumu peygamber ile yönetim devrinin kapandığını, seçimle iş başına gelen kimselerin velayetle yönetim devrinin başladığını söyler.48

İslam'da kadının seçme ve seçilme hakkının olup olmadığını araştırdığımız zaman, seçme hakkına tamamen sahip olduğunu, seçilme hakkına da (parlamento üyesi -kanun yapımında fikir beyan eden kişi olarak) sahip olduğunu görüyoruz. Şöyle ki:

Kur'an-ı Kerim'de "Hiç şüphesiz Allah size emanetleri (kamu görevlerini) ehline teslim etmenizi emrediyor"49 buyrulmaktadır. Kamu görevini verecek olan, seçim yolu ile, mükellef olan kadın ve erkeklerdir. Bu Peygamberimiz zamanında biat yolu ile yapılıyordu. Hz. Peygamber hem erkeklerden, hem de kadınlardan biat almıştır. Biat, devletbaşkanlığını kabul etmenin bir işaretidir, şeriata uygun olarak vereceği emir ve yasaklara uyacağı hususunda söz verme, sadakat yemini etmektir.50 Kur'an, kadınların biatini şöyle tasvir eder: "Ey Peygamber! İnanan kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ile ayaklan arasında bir yalan uydurup (başkasından gebe kaldığı çocuğu, kocasına nispet ederek) getirmemek ve iyiyi emrettiğinde sana karşı gelmemek şartıyla, sana biat etmeye geldikleri zaman biatlerini kabul et! Onlar için Allah’tan mağfiret dile, çünkü Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir."51

Resulüllah’ın kadınlarla biati, Medine'de ve fethedildiği gün Mekke'de olmak üzere birkaç defa tekerrür etmiştir. Bu biatlerin siyasî değil, dinî oldukları ileri sürülecek olursa, hırsızlık yapmamak, zina etmemek ve çocuk öldürmemek gibi hususların hukukla ilgili oldukları meydandadır. Aynca ayette, peygamberin emredeceği iyi ve meşru bir konuda ona karşı gelmemek şartı da bulunmaktadır ki işte bu, Peygamberin devlet başkanlığı ile alakalı emirlerini ifade eder.52

Peygamber nasıl biat almış, vereceği emirlere sadakat ve itaat anlaşmasına baş vurmuşsa, peygamber olmayan fakat siyasî makamda onun yerini alan ve devlet başkanı olan kimseler de kendilerinin başa geçtiklerini şeri hukukta temellendirebilmek için, halkın biatini (oyunu) almalıdırlar. Hakimiyet prensip olarak Allah'a aittir ve onu istediğine verir. Fakat uygulamada ilâhî iradeyi temsil eden, cemaatin (seçmenlerin) umumiiradesidir.53

Buhari’de "insanlar, imama (devlet başkanına) nasıl biat eder" şeklinde bir bölüm vardır. Burada sahabilerin peygambere nasıl biat ettikleri anlatılır. Ayrıca "Kadınların biati babı" diye de bir bölüm vardır. Hz. Peygamberin, ashabıyla yaptıkları biatin nübüvvet üzerine değil,hükümet üzerine olduğunu gösteren bir husus da Peygamberin çocuklarla biat etmemesidir. Çünkü Humeyd kızı Zeyneb çocuğu Abdullah b.Hişam'ı Peygambere götürüp "Bununla biat et, ya Resulüllah" dediği zaman,Peygamber, "O, küçük bir çocuktur" dedi, ve başını okşayıp dua etti.54 Kettanî'nin, Peygamber biat edenlerde baliğ olmayı şart koşmuyordu, Abdullah b. Zübeyr biat ettiği zaman 7 yaşında idi, şeklinde yapmış olduğu rivayet,55 Buhari'deki Peygamberin bu hadisine ters düşmektedir.

Bu açıklamalarımızdan İslam kültüründeki biatin bugün seçme hakkı demek olduğu ve kadınların da bu seçme hakkına sahip bulunduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Kadın seçmen olabildiği gibi kanun yapmak üzere parlamento üyesi de seçilebilir. Bilindiği gibi İslam'da herhangi bir konuda hüküm ve karar verebilmek için Kitap ve Sünnete dayanmak şarttır. Fertler biliyorlarsa kendileri içtihat ederler, eğer bilmiyorlarsa bilenlere sorarlar. Toplumun işleri ise istişare ile yürütülür. Kuran’da "Onların işleri aralarında danışma iledir" buyrulmaktadır. Böylece Cenab-ı Hak, toplumun meselelerinde onlarla istişare etmesini elçisine emretmektedir.57 "İş hususunda onlarlamüşavere et"58 Bu emre uyan Peygamber, sahabilerle istişare ederdi. Hatta bir gün kadın bir sahabî kadınları temsilen peygamberin meclisinde bulundu. Sahabeden Esma bint-i Yezit es-Seken, kadınlar adına peygamberin huzurunda onları temsil etti. Olayı bu başlık altında veren Kettanî, Esma'nın peygambere gelip şöyle dediğini kaydeder: "Ben bir Müslüman kadınlar topluluğunun elçisiyim. Onlar şu sözü söylüyorlar, ben de aynı görüşteyim: Allah seni kadınlara ve erkeklere birlikte göndermiştir. Biz sana iman ettik ve tabi olduk. Biz kadınlar kocalarına bağlı, namuslu, evde oturan, kocalarımızın cinsel ihtiyaçlarını gideren ve onların çocuklarını taşıyanlarız. Erkekler ise cemaat ve cenazeye katılma bakımından bizden üstün tutulmuşlardır. Halbuki erkekler savaşa gittiklerinde onların mallarını biz korur, çocuklarına biz bakarız. Bu durumda ya Rasûlellah, biz ecir ve sevapta onlara ortak olabilir miyiz." Peygamber yüzünü sahabeye çevirerek: "Siz, dini hakkında soru soran bukadının sözünden daha güzel bir söz işittiniz mi?" dedi. Onlar, "hayır ya Rasûlellah" dediler. Peygamber, "Ey Esma, git o kadınlara bildir ki, sizden birinizin karı-koca ilişkileri güzel, kocasının gönlünü almaya çalışır ve onun muvafakatine tabi olursa; bunlar, (erkekler hakkında söylediğin) o şeylerin hepsine bedeldir." Peygamber'in bu sözünden son derece memnun olan Esma, tekbir ve tehlil getirerek, güle güle sevinçle gitti."59

Peygamber'in amcası Ebû Talib'in kızı Ümmü Hânî, Mekke fethedildiği gün müşriklerden birine eman (İslam ülkesine girme, esir edilmeden yaşama güvencesi) vermiş, Peygamber de bunu kabul etmiştir. Buhari meseleyi şöyle anlatır: "Ümmi Hani Peygamberin evine gelir. "YaRasûlellah, der: Anamın oğlu benim eman verdiğim filan kimseyi, İbn Hübeyre'yi öldüreceğini söylüyor" Peygamber, "Yâ Ümme Hânî, senin ahd ve eman verdiğin kimseye biz de ahd ve eman verdik", buyurdu.60 Buradan kadının devlet adına hareket edip devleti temsil ettiği anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer, Medine pazarı işlerine bakmak üzere görevlendirilmiştir. Aynı pazarda kadınlar da vazife almışlardır; Semra Bint-u Nuheyk'il Esediyye, bizzat Rasülüllah tarafından Medine pazar işlerine bakmak üzerebir nevi murakıp veya denetleyici olarak tayin edilmiş bulunuyordu. Yine bir hanım olan Şifa bint-i Abdillah, Medine pazarında belli bir vazife için tayin edilmişti.61

İslam hukukçuları genellikle, borçlanma esaslarından bahseden ayetteki 62 bir erkek yerine iki kadının şahitlik yapacağı esasına ve bazı hadislere dayanarak, kadınların velayetlerini noksan kabul etmişlerdir. 63 Ayette “min ricâliküm” adamlarınızdan denilmekle, şahitlik için İslâm, adil, baliğ, erkek ve hür olmak şart koşulmaktadır. 64 Şahitlik yapmak bir hak değil, vazifedir. Nitekim Şakir Berki, velayetin hak olmayıp görev olduğunu söylerken şunları yazmaktadır:" Her ne kadar kanun, velayeti hak şeklinde ifade etmekte (TMK. 274) ve eserlerde de kanuna muvazi olarak, bu terim kullanılmakta ise de velayet bir hak değil, bir vazifedir."65

Erkeklerle kadınların vazife alanları ayrı ayrı olduğundan, erkeklerin göreceği işlerde erkeklerin, kadınların göreceği işlerde kadınların şahit tutulması normaldir. Bu yüzden meselâ ceza ve kısas gibi yerlerde kadınların şahitliği kabul edilmez denilmiştir.66 Doğum, bekaret ve kadınlara ait işlerde de erkeklerin görmeleri mümkün olmadığı için, erkekler şahit tutulmaz. Şahitlikte en az iki kişi şart iken,67 bu gibi yerlerde tek bir kadının, şahitliği bile geçerlidir. Yani böyle yerlerde bir kadın iki erkek yerine geçer. Çünkü erkeğin tek başına şahitlik yaptığı hiçbir yer yoktur.

Nikah, talak (boşanma), vekâlet ve vesayet gibi hukukî meselelerde ve malî hususlarda ise erkekle kadın, bir-iki nispetinde birlikte şahitlik yapabilirler. Ancak zamanımızdaki gibi yazı ve imzalı şahitlik yaygın ve geçerli hale gelince, bir erkekle bir kadının yeterli olduğunu söyleyenler vardır.68

İslam düşmanlarının din, kadını erkeğin yansı kabul ediyor demeleri, bilgisizliklerinden öte onların cahilliklerini gösterir. Onlar yeni bir insan tipi yaratmadıklarına göre, fıtratın kurallarına boyun eğmek zorunda kalacaklardır. İnsanlar gibi aile hayatı yaşayan kumrular bile aralarında iş bölümü yaparak, erkek çöp getirirken dişi kuş yuva yapar. Birisi içerde görev alırken, diğeri dış işlerini üstlenir. Hem sadece çiftleşme zamanlarında değil, bütün yıl boyu belki bir ömür boyu beraber yaşarlar.

Evinde olan müslüman öğle namazını dört rekat kılar. Yolcu olan müslüman ise iki rekat kılar. Ayet bize erkeğin görevli olduğu yerlerde kadınların da şahitlik yapabileceklerini, bedel yoluyla şahitlik yapabileceklerini gösteriyor. Asıldan bedele geçildiği zaman o şeyin yarısı alınır. Meselâ abdest asıl, teyemmüm ise bedeldir. Abdestte dört aza yıkanırken, teyemmümde iki aza mesh edilmektedir. Şahitlikte de bir erkeğin yerine iki kadının kaim olması da bu kabildendir diyebiliriz. Yoksa bu, hiçbir zaman kadın erkekten eksik, onun yarısı demek anlamına gelmez. Çünkü az önce de söylediğimiz gibi kadının şahitliği asıl olan yerlerde tek bir kadının şahitliği geçerlidir, İslam hukukunun hiçbir yerinde tek bir erkeğin şahitlik yaptığı bir konu mevcut değildir.

Kadınların şahitliği yalnız erkekler bulunmadığı zaman geçerli değildir, iki erkek bulunsa bile bir erkek ile iki kadın yine şahitlik yapabilirler. Çünkü ayetteki olumsuzluk genelin olumsuzluğudur, yoksa olumsuzluğun genelleşmesi değildir.69 Öyleyse bir erkek yerine iki kadının şahitliği, zaruretten dolayı tanınmış bir ruhsat olmayıp esasta meşrudur. Kadınla erkeğin şahitlik alanlarının ayrılmış olması da gösteriyor ki, şahitlik yapmak bir hak değil, bir görevdir.

Kadının devlet başkanlığı, hakimlik ve valilik gibi kamu görevlerinden herhangi birini yürütüp yürütemeyeceği hususunda eski İslam hukukçuları arasında epey tartışmalar olmuştur. Meselâ Hanefîler, hadd ve kısas'ın dışındaki bütün konularda kadının hakimlik görevini üstlenebileceğini söylerler.70 Hatta Hanbeli olan İbn Kayyim el-Cevziyye, bu konuda isim vermeden Hanefileri tenkit eder. Hanefîler aralarında erkek olmadan kadınların kendi başlarına cemaatle namaz kılmalarını iyi görmezler, mekruh derler. Halbuki Ümmü Varaka, Ümmü Seleme ve Hz. Aişe’nin imam olup kadınlara namaz kıldırdığı vakidir. İbn Kayyim, "Sonderece hayret verici bir şeydir ki, kadının namaz kıldırmasına muhalefet edenler, onun müslümanlann işlerini yürüten bir hakim olmasına cevaz veriyorlar."71 der.

Kamu hukuku alanında İslam dünyasının yetiştirdiği iki büyük hukukçu olan Ebu'l-Hasan el-Maverdî ile Ebû Yâlâ el-Fenâ, Ahkâmü's-Sültaniyye adı altında yazdıkları eserlerinde, devlet başkanı olmanın şartlan arasında erkeklik diye bir şartı saymamaktadırlar.72

Hanefilere göre cuma namazını devlet başkanı veya vekilinin kıldırması şarttır. Kadın başkan olduğu zaman cumayı vekalet vereceği kimsenin kıldıracağını söyleyen Kâsânî,  kadının sultan (devlet başkanı) olmasını normal karşılayarak şöyle demektedir: "Ancak kadın sultan olduğu zaman, namaz kıldırması geçerli olan bir adama emreder, böylece cuma namazını onun kıldırması caiz olur. Çünkü kadın normal olarak sultan veya kadı (devlet başkanı veya hakim) olabilir. Kadının imamlığı (Cumanın kılınması ve kadının devlet başkanı olması) bu suretle sahih olur.73

Peygamberimiz bir hadislerinde cuma namazı köle, kadın, çocuk ve hasta müstesna, her müslümanın üzerine cemaatle eda edilmesi gerekli bir borçtur" 74 buyurur, İslam hukukçularına göre, yolcunun, hastanın ve gözleri görmeyen kimsenin cumaya gitmesinde zorluk ve sıkıntı vardır. Halbuki Kur'anda ifade edildiği gibi, Allah dinde müslümanlar için bir zorluğu kılmamıştır.75 Köle velisinin hizmetiyle, kadın da evinin ve ailesinin işiyle meşgul olduğu için bunların cumaya gitmesinde zorluk vardır. 76 Onun için bunların cuma namazını eda etme borcu üzerinde yoktur. Fakat bunlar vücub ehliyetine sahip oldukları için eda ettikleri takdirde caizdir. Kâsânî bu görüştedir.77 Daha önce söylediğimiz gibi kadın iç işlerinde, erkek de dış işlerinde görevlidirler; ancak gerektiğinde birisi diğerinin görevini üstlenebilir.

Esir de aynı kadın gibi sîyasî sorumluluğu bulunmayan kimsedir. Fakat siyasi bir görev üstlendiği zaman bunu yerine getirmiş olur. Çünkü Peygamberimiz "Kesik burunlu Habeşli siyah bir köle bile olsa sultana (devlet başkanına) itaat ediniz" buyurmuştur.78 Onun için böyle bir devletbaşkanının emirlerini dinlemek bir Müslüman için farzdır. Kasanı, eğer esirin (kölenin) sultan olması caiz olmasaydı, ona itaat edip emrine uymak farz kılınmazdı, demiştir.79

Bütün bunlardan sonra kadının kamu görevi alması hususunda şöyle bir neticeye varmak mümkündür; İslam’da kadının toplumla ilgili bir kamu görevini almak üzerine bir borç ve vazife değildir. Ancak gerektiğinde kadının herhangi bir görevi alıp yerine getirmesi caizdir. Bu kadınların kendilerinin bileceği bir iştir. Nitekim sahabeden Nevfel kızı Ümmü Varaka, Peygamber ile beraber savaşa katılmak istedi. "Ey Allah'ın elçisi, dedi, izin ver, ben de seninle beraber savaşa katılayım. Yaralılarınızı tedavi eder, hastalarınıza bakarım. Umulur ki, Allah bana şehitlik nasip eder." 80 Peygamber, "sen evinde kal, Allah sana şehitliği verir," buyurdu. Ebu Davud'un kaydettiğine göre bu kadın, ezan okuyacak bir müezzin tutacağını peygambere söyleyip izin istedi. Peygamber de izin verip kendi ev halkına namaz kıldırmasını emretti. Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsü'l-Hakk el-Azîmâbâdî, Ebû Davud’un Süsen’ine yaptığı şerhte şöyle diyor:

"Bu hadis, kadının, ev halkına, erkek bile olsalar, namaz kıldırabileceğini gösterir. Zira Ümmü Varaka'nın müezzini, ihtiyar bir erkekti. Ümmü Varaka, müezzine ve cariyesine imam olup namaz kıldırıyordu."81

"İşlerini bir kadının yönetimine bırakan bir kavim felah bulmayacaktır"82 hadisinin, "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir, iyiyi emrederler, kötüyü nehiy ederler..." 83 ayeti ile çeliştiğini söylemiştik: Ayet, kadına kamu görevi verirken, hadis bunu sanki yasaklıyor gibi gözükmektedir. Ancak hadisin bu hususta kesinlik ifade etmediğini açıklayan H.Karaman şu neticeye varmaktadır: "İslam’da kadının, gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin, bağlayıcı bir nas mevcut değildir. Aksine bu kapıyı aralayan deliller mevcuttur."

 
  Bugün 32 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol